2/06/2015

Sadece Gidiş


    Gün yeni ağarıyordu. Saat 6.30’u gösterdiğinde telefonun ölüyü dirilten melodisiyle uykumdan sıçradım. Yalnızca bu melodi, ‘ertele’ tuşuna basmaktan alıkoyuyordu beni. Yoğun bir gün olacaktı; ama yatağın sıcaklığından kendimi alamıyordum. Yine bir doktor randevusu! İki gün önce omzumu incittiğimden yüzme takımından alınmıştım. ‘Bir süreliğine’ başlığı altında ömrümü bırakmıştım o maviliğin derinliklerinde. Annemin vefatından sonra, yalnızca antrenmanlarla kendimi o derin maviliğin içinde huzurlu hissedebiliyordum. Kendimi meşgul edecek bir şey bulamadığımdan düşünmeye fazla zaman kalıyordu. Düşünceler hafızamı yokluyor, zedeliyor ve beni tüketiyordu. Uyku düzenim bozulmuştu ve bir ayda beş yaş çökmüştüm. Kahve ve sigarayla iğrenç bir güne daha başlangıç yaptım. Kapıyı açtığımda, yığınla günlük gazetelerimle karşılaştım. Günlerdir kapının yanından dahi geçmemiştim. Gündeme dört gazete uzaktaydım. Birkaç dakika sonra can çekişircesine çalan telefonumun melodisini duyar gibi oldum. Telefonu bulana kadar da kapandı. İşime de geldi, biriyle konuşacak havamda değildim.

    Birkaç saat sonra bedenimi dışarı atabildim. Yolda Şenay ile karşılaştık. Sabah arayan oymuş, endişelenmiş. Söylediği üzere; eroin bağımlılarına benziyormuşum, sesim travestiyi andırıyormuş vs. sokak ortasında iyice gerildim. Evden çıkmakla da hata ettim, sanki mucizeyle karşılaşacakmışım gibi! Akşam arkadaşları da alıp bana geleceği söyledi. Acılarımın, yalnızlığımın tadını da çıkaramıyorum! Umursamadım; çünkü o sırada Şenay’ı atlatmanın yollarını arıyordum.

    Hastaneye girdim ve sıramı beklemeye koyuldum; fakat kalabalık beni daha da boğuyordu. Pes ettiğim anda ismim anons edildi. Umutsuzluğum daimi yoldaşımdı. Hiçbir zaman eski halime dönemeyecektim ve yüzme ‘hayatım’ bitmişti. Önümde gelecekten yoksun, yaşadığım ve tekrar tekrar yaşayacağım keder dolu geçmişim vardı. O an eve yürümek değil ışınlanmak istiyordum. Günlerce yatakta kalmak yada bir arabaya atlayıp kendimi sürat yaparken bulmak. Ayağımı gaz pedalından ayırmadan, sonunu düşünmeden gidebilmek… Gittiği yere kadar…

    Zilin çalmasıyla bir anda sıçradım. Kapıyı açtığımda: “Biz geldikkk!” bağırışıyla hepsi içeri daldı. Biralar, cipsler, etrafa saçılan konfetiler derken, en önemli şeyi unutmuşlardı, ‘Cehenneme Hoş geldin Pınar’ süsü. Bu cümle beni tam anlamıyla ifade ediyordu. Beni yanlarına katmaya çalışarak sıkıştırıyor ve dalgaya alıyorlardı. İçimde fırtınalar kopuyordu da dudaklarından tek kelime çıkmıyordu. Rahatsızlığımı göre göre çirkinleşmeye devam etmelerine en güzel cevaptı aslında ‘defolun’ demek. Hiçbir şey demeden odama çekildim. Kederimi çığlık çığlığa yaşamak, yalnız kalmak ve sorunlarımla her gün daha da acıya batmak istiyordum. Ne içki içip dağıtmak ne de sahte gülücüklerle fotoğraf karelerinde yer almak… Bu ev, bu eşyalar, bu koku… Her şey geçmişimden izler barındırıyor ve beni girdap gibi içine çekiyordu. Canıma tak etti, ne bir eşya ne bir telefon yalnızca bedenimle sürüklendim havaalanına. Tükenmiş; fakat kararlı bir sesle: “Kalkış saati en yakın uçağa, sadece gidiş…”


Başak ULUSOY

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder