2/06/2015

Bir Parça Sevgi Açlığı



       Sabahın altısı, gün yeni ağarıyordu. Pencere tam kapanmadığından rüzgarın uğultusu odada yankı yapıyordu. Esin, yavaşça gözlerini araladı. Şu sıralar uykusunda düzensizlikler vardı. Kabuslar onu sıçratarak uyandırıyordu. Birden vücudunu soğukluk kapladı. Yorganı üzerine çekti, yalnızlığını örtmek istercesine. Düşünceleriyle savaşıyordu, bir savaşçı azmiyle galip gelerek kendisini uykunun kollarına bırakmak istiyordu; fakat savaş alanında direnişi umutsuz, kendisini feda eden piyon gibiydi. Pes etti ve yüzünü yıkamaya gittiğinde aynada gördüğü biçare, tükenmiş bir beden ve keder rüzgarının aşındırdığı bir çehre… Suyu yüzüne vurdu, kederi silmek istercesine. Yüzüne her çarpışında diriliyor, öfke kuyusunun dibini boyluyordu. Kalp yarası ne acı bir sızıydı. Kelimeler dudaklarında kangren olmuştu. Yüreğini on bin parçaya bölen, yanan; ama kanayamayan kelimeler… Titreyen elleriyle telefonuna uzandı. Belki bir mesaj ya da bir çağrıyla kendisini bulabilirdi; fakat o kendisini Selim’de yıllar önce kaybetmişti. Kahve yapmaya koyuldu. Kül tablasında yarım kalan sigaraları ayıkladı. İçmezdi; ama mantığını da harekete geçiremiyordu. Sonbahardı. Kurumuş yapraklar, dallarından vazgeçiyor, huzurlu bir ölümü arzularken rüzgarın şiddetine kapılıp kendisini kaybediyordu. Esin de vazgeçtiği dalı ve bu hisse nasıl hapsolduğunu düşündü. Kendisini kötü hissettiği zamanlar sahilde huzur bulurdu. Simidi küçük parçalara ayırır; her bir parça kalp kırıklıklarını temsil ederdi. Denize savurduğunda parçalar bütünleşirdi. Sonra, martıların mücadeleyle onları yakalayışını izlerdi. Okyanus gibiydi duyguları; ama insanlar sadece kıyılarına erişebiliyordu. Mesaj sesiyle irkildi. “Saat 11’de Rıhtım’ da…” Selim’ dendi. Ne zaman ciddi bir mesele olsa sahile giderlerdi; çünkü, sadece orada sakin kalabilip, mantıklı düşünebildiklerini öngörüyorlardı. Esin, bir telaşla hazırlanmaya koyuldu. Ne kadar biçare ve tükenmiş olsa da Selim’in karşısında kararlı ve başı dik durmalıydı. Rıhtım’ a erken vardı. Buluşma öncesi sakinlik için, bir simit alıp martılara atmaya başladı. Dalgaların kayalara vurduğu her an, anıları yüzüne bir defa daha çarpıyordu. Ardından o, geldi. Elinde bir de simit…

                                



         “Martılara simit atmayı seversin sen. İyi gelir diye düşündüm.“ dedi, Selim. Biraz mahcup biraz ciddi bir tavırla…
        “Teşekkür ederim sanırım biraz erken gelmişim. Martılar pek iştahsız, fazla hüzne şahit olsalar gerek.” dedi, Esin. İçinden bir ses: “Keşke erken geldiğini söylemeseydin, görüşmeye hevesli sanacak.” dedi o anda. Kadınlık dürtüsü işte... Gurur yaptı.
        “ Üşümüşsün, istersen bir yere geçip oturalım.” dedi. Kendince düşünceli bir tavırla…
        “Yok, böyle iyi.” dedi, Esin biraz sert, biraz da öfkeli. Konuşmak çok zordu bu saatten sonra. İyi düşünceler terk etmişti. Nasıl iyi olabilirdi ? Ona iki gün önce “Başkasına aşığım.” diyen bir adama nasıl olurdu da ılımlı yaklaşabilirdi ?
        “Biliyorum, seni çok üzdüm; ama inan suç sende değil, bende. Bir anda gelişti her şey. Sen çok iyi bir insansın ve seni aldatmak istemediğimden dürüst davrandım. Dost kalabiliriz istersen.” dedi, Selim.

        O an Esin, sinirden gülümsedi, bir süre bir şey söylemedi. Bu son görüşmeleriydi, biliyordu. Yılların hatırına kabul etmişti. Ya içinde büyüttüklerini söyleyecekti ya da susarak arkasına bakmadan yoluna devam edecekti. Son kez: “Evet, bilirim. Aşk, anlık bir duygudur ve kimse karşı koyamaz. Bu konuda yapabileceğimiz bir şey yok; fakat başkasına aşıksan, bana olan aşkın biteli uzun zaman olmuş. Keşke bunu söyleyebilecek yüreğin olsaydı. Keşke şu an ayakların yerine gözlerime bakabilseydin. Hislerinin azaldığını söyleyip de çıkıp gitseydin hayatımdan. Sen, kendinden vazgeçecek kadar sevdiğin birinden: ”Başkasına aşığım.” Cümlesini duymanın ne kadar ağır olduğunu bilir misin? Her anımda senli hayaller kurarken, sen o güzel gülümsemeni başkasına sergiliyormuşsun. O da güldüğünde kısılan gözlerindeki aşkı okuyabiliyor muydu? Kalp ağrısı hissettiğimde sen onu düşlüyormuşsun meğer. Hani bahsederdin ya gülümsememdeki içtenlikten. Şimdi, hüzne esir düştüm. İhanetinin tokat gibi çarpışını görüyorum aynaya her bakışımda. Gözlerimdeki ışıltıda seni bulmak yerine, artık koskoca yalanı nicedir kalbimde nasıl taşıdığımı düşünüyorum. Yıllarca aldatılmak için vermişim onca emeği sana. Hak etmemiştim bunu. Ben seni bu kadar derin severken, gözlerim her an her yerde seni aşkla ararken, sana koşarak sarıldığım o günde senden o sözleri duymayı hiç hak etmemiştim. Şu an ne desem kifayetsiz. Sen, bir anlık hevesine giderken, ardında yaralı bir yürek bırakıyorsun. Sensizliğe alışırım, belki ihanetin senden nefret etmeme yardımcı olur. Biliyorsun aşk, nefrete dönüşebilir. Ya bu şehirdeki anılarımız? Yeni kız arkadaşını da götürecek misin mutluluk kırıntılarını serptiğimiz yerlere? Bağıra bağıra şarkılar söyleyecek misin onunla da? “Anı yaşa” diyecek misin? Hayır, o ‘an’ bendim ve ‘an’ da kaldım. Peki ya o, seni sevecek mi benim kadar? Bir anlık hevesine beni kaybettiğine değecek mi? Bundan sonra hayatında yokum, gerçi öncesinde de yokmuşum. Ben sadece kendi yalnızlığımdaki platonik bir aşka tutunup yaşamışım. Aşkıma aşık olmuşum ben; sana değil. Duygularıma boyun eğmiş, onlara hasret kalmışım meğer. Seni hayat mücadelende yalnız bırakıyorum. Martıların bir parça simide gösterdiği mücadele gibiydi senden bir parça sevgi bekleyişim. Sen o sevgiyi, sadakatiyle seven kadına vermek yerine an’a tutunan heveslerine vermişsin. Halbuki ben de açtım, çok açtım sevgine. Keşke bu kadar bağlanmasaydım. Geçer, kabuk bağlar ama içten içe hep kanar bu yara. Mutluluklar diliyorum. Umarım sen de benim gibi aç kalmazsın, umarım o aşık olduğun kişi sevgisiyle besler seni. Hoşça kal!”
       Esin, sözlerini bitirdikten sonra, Selim’in yüzüne baktı ve yanağını üşüten birkaç damla yaşı gördü. Esin’in haline acımıştı ya da geçen yıllara. Belki de cahilliğine yandı.
      “Gitme!” diyebildi sadece.


                                       
   
    Keşke o sözü çare olsaydı, keşke o anda sarsabilseydi tüm yaralarını. Esin, ardına bakmadan, güçsüzlüğüne rağmen dimdik gitti. İçine akıttı gözyaşlarını, haykırırcasına sustu. Hayata karşı her zaman güçlü durmak zorundaydı. Şunu da kavramıştı: Martılar gibi bir parça simit uğruna, günlerce çaresiz beklemek ve mücadeleye girişmek onu güçsüz yapardı. Esin, sevgiye muhtaçtı; ama bir tutam sevgi için hayatını tek kıyıya bağlayamazdı.

Başak ULUSOY.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder