Zaman alabildiğine hızlı akarken her defasında hayata koşarak yetişmeye çalışmaktı benimkisi. Gözlerim günün ilk ışıklarına henüz eşlik etmeden tavanla buluşmuştu. 22 saatlik yoldan gelmiş, düşüncelerimi farklı bir ülkenin odasında hapsetmiştim. Düşüncelerim beynimi hunharca istila ederken yeni bir hayata başlama konusunda istikrarımı koruyordum. Yabancısıydım her yerin. Bedenime bile yabancılaşmıştım. Hayatım boyunca çalar saatin irite edici melodisine bile beşte uyanamazken tavanla bütünleşmiştim. Akrep ve yelkovan bile zamana karşı birlikte hareket ederken ben, bundan sonra tek başıma ilerleyecektim. Kendimden mi kaçıyorum yoksa gerçekten yeni bir hayatı bu denli arzuluyor muydum bilmiyorum. Tek bildiğim, mücadelemi yalnız gerçekleştirecek olmamdı.
Günün ilk ışıklarıyla dışarı attım kendimi. Çevreyi, insanları tanıma heyecanıyla.. Bilmediğim herkes hal hatır soruyor ve daha cevap veremeden yoluna devam ediyordu. Sıcak gülümsemelerinin ardında umursamaz tavırlar gizliydi. Hızla konuşan birkaç çift ağız etrafımda toplanıyor, algılayamıyordum… Milyonlarca İlber Ortaylı bakışına maruz kaldım. Yoluma devam ettim. Algılama yetisi zayıflamış insanların tiksindiren sözlerini kulak ardı ettim . Zayıf insanların hayat oyununa nasıl düştüklerine şahit oldum. Düşüncelerim beynimin kilidini kırmak üzereydi. Kaçamıyordum. Nereye gidersem gideyim düşüncelerimin esiriydim. Özlem, beni ruhumun güldüğü uzak ülkelere çekiyordu. Kendimi hiçbir yere ait hissetmiyordum ya da ait olmaya değer bir şey görememiştim. Yeni olan hiçbir şeyin kolay olmadığı gibi eskinin alışkanlığı da ağır geliyordu. Daha iyi insanların olduğu bir dünya düşleyerek semayı seyre daldım. Alabildiğine yeşilin huzurla buluştuğu küçük bir kasabaydı bulunduğum mevki. İçime çekildiğim yüreğim gibi küçük, kendi halinde… Ve ben yine maviyi ardımda bırakmıştım. Sonu maviye çıkmayan bu sokakları nice günler arşınlayıp güzel hatıralar biriktirecektim.
Dünya günden güne kapitalizmin insanlara dayattığı bencillik ve para arzusuyla kavrulurken insanlığımı korumaya çalışmak hayli zordu. Kendimi dinlemeye zaman bulamıyordum. Boş zamanlarımda yatağa uzanıp maviyi düşlemekten başka yapacak şeyim yoktu. Duygularım kalabalığın içinde yitip, yalnızken gözlerimde yoğunlaşıyordu. Bunun bir çıkar yolu olmalıydı. Sürekli memnuniyetsiz ve özlem dolu dakikaların sonu gelmeliydi. Neresiydi benim yurdum? Neresiydi ruhumun özgürleştiği yer bilmiyordum. Özgürlüğün ülkesindeyken ruhumu hala kafesin içerisinde hissetmek canımı hayli yakıyordu. Güçlü gözükmeye çalışıyor, acımı gülerek göğüslüyor ve sevgi açlığım agresif hareketler sergilememe yol açıyordu. Acıyı içimde ne kadar saklarsam o kadar içime kapanıyordum. Üstü örtülen şeyler zamanı gelince tekrar aralanıyordu. En doğrusu da, acıyı da aşk gibi sonuna kadar yaşayıp, karanlığı dağıtarak yüreğe umut ekmekti. Kendimden kaçmak her seferinde aynı noktaya getiriyordu. Evet, hayallerimin ülkesinde yeni bir başlangıç için doğru adımlar atıyordum. Daha çok insan tanıyıp, daha çok boş veriyordu insan zamanla. Duygular yıprandıkça değer de azalıyordu. Doğru kişiyi aramak da yersizdi. Aradığında değil sabrettiğinde seriyordu hayat güzel şeyleri önüne.
Günün sonunda, yorgun düşmüş bedenimi uyutmaya çalışırken yüreğimi ayakta tutmaya çalışıyordum. Kuşlar kanatlarıyla insanlar umutlarıyla yükselirdi. Sabahı, güneşin tenimi ısıtmasıyla karşıladım. Isınan yüreğimden dudaklarıma tebessümler akarken mırıldanmaya başladım..
“ Yine de yeni güne uyanmaya sebebim çok,
gülümsemeye ilelebet. Sıkı sıkı hayata sarılmaya direterek…”
Başak ULUSOY