Stres üzerine stres eklenen günlerimden biriydi. Uyandığımda 09.00’u geçiyordu, geç kalmıştım. Yine güne, 08.00’de erkek arkadaşımın tatlı sözleriyle başlamayı düşünürken geç kaldığımla kalmıştım. Bir de üzerine gördüğüm o yorucu rüya… Kahvaltımı ederken bir yandan da Google amcaya “rüyada yokuş çıkmak ne demek?” yazıyordum. Ne de olsa tüm sorularımı usanmadan, bin bir seçenekle cevaplayan bir o vardı hayatımda. Önüme çıkan sayfada :”Bir kimse rüyada bir yokuşu çıkıyorsa, olaylar karşısında daha güçlü olmalı demektir.” yazıyordu. Ah! Güne ne de güzel başlangıç! Elbette, güçlü olmalıydım. Bu zamanda zayıfken bile güçlü görünmeliydi insan. Zayıflığından pay sergiledin mi, malzeme oluyordun milletin ağzına.
İşe başlayalı bir hafta olmuşken, geç kalmak zihnimi çelişkiye uğratıyordu. Yıllardır bu iş peşinde koşmuş, maaşımın asgari ücretin altında olmasına dahi göz yummuş, işime kendimi adamayı hedef bellemiştim. Yalnız, daha haftanın başında tükenmiştim. Başlangıçta, kariyer hedeflerim çok istikrarlı şekilde ilerlese de, hayatta her şeyin kariyer olmadığını zaman gösteriyordu; fakat hayallerime ket vuramıyordum. Daha ilk haftadan işime öncelik verdiğim görüşüyle erkek arkadaşımla tartışmıştık. Halbuki, asıl sorun düşüncesizliğiydi. N’olurdu sanki ilk iş günümde bana çiçek yaptırıp gönderseydi? İlk haftadan ne kadar değerli olduğumu etrafa gösterebilseydim. Belki bana böcek muamelesi göstermezlerdi. İlgi ve saygı istiyordum. Sevildiğime herkesin şahit olmasını, kıskanılmayı ve övülmeyi… Hep böyleydim, ilgi arsızı ve sabırsız. Ne çok şeyi göstermelik yaşıyoruz şu hayatta. Açlıktan midemizde bombalar patlarken bile yer bildiriminden ve yemek paylaşımından eksik kalmadığımız ne trajikomik sahneler yaşıyorduk. Zamanla ayıplanan şeyler, süreç içerisinde olağan karşılanır hale gelmişti. Ölümler bile günü birlik acılarla harmanlanıyordu.
Ofise giriş yaptığımda şanslıydım ki, patron henüz gelmemişti. İstanbul’a özgü en popüler bahaneyle :”Trafik felaket. Zor yetiştim.” deyiverdim. Doğruydu da aslında. İnsanlar toplu taşıma yerine şahsi araçlarına binerek trafiği tıkıyordu. Ben de onlardan biriyken, bahanelerim ayıbımı örtüyordu. Masama oturdum ve maillerimi kontrole başladım. Yine yüksekten uçuyordum. Kimdim ki daha sabaha maillerimle başlıyordum? Hollywood etkisi vurdu geçti yine. Türk kahvem masaya geldiğinde hayıflandım. Fal bakılmıyorsa, Türk kahvesini ziyan ettiğimi düşünürüm hep. Neyse ki Falcı Bacı var. Herkese aynı fal yorumu yollansa da, insan kafasını hayali öngörülerle meşgul etmeyi seviyor. Birkaç saat burç yorumlarıma bakıp, Onedio’da test çözdükten sonra nihayet işime odaklanabilirdim. İş mi? Ah, şimdi film olsaydı da izleseydim. Bir hafta öncesine kadar filmlerden, kitaplardan sıkılıp gerçek hayata dönmek istediğimi söyleyen ben, hayal dünyamı özler olmuştum. Günlerin monotonluğuyla, eve bitkin gelip uyuyakalıyordum. Erkek arkadaşım öfkelenmekte haklıydı.; fakat hala bana çiçek göndermemişti. Kadınlar hiçbir şeyi unutmaz!
Patron, ofise girdiğinde iki gün önce üzerime yığdığı çalışmaları görmek istedi. On çalışmamın bir tanesini bile beğenmedi; fakat benimle aynı zamanda başlayan karşı cinsin çalışmalarına fazlasıyla odaklanmıştı. Hep derim, kadının kadına yaptığı zulmü başka kimse kimseye yapamaz. Biraz önce karşı masamdaki kadına kocasından çiçek geldi. Yan masamdaki kadın, yurtdışı tatilini ağzını gere gere anlatıyor. Onlardan ne eksiğim vardı? Mutsuzluğa meyilliydim. Bazen iç sesim :”Başka hayatlara özeneceğine, özenilecek gibi davran.” dese de kadınlık güdülerim beni ele veriyordu.
Günün son saatleri yaklaştığında çıkmak için kırk takla atıyordum. Tek istediğim, evimde polarımla kıskançlığımı örtüp, televizyonda zap yapmaktı. Dakikaları sayarken kendimi otoparkta buldum. Erkek arkadaşım, o kadar çirkefliğimin üzerine bir buket çiçek yaptırıp, arabamın sileceklerine sıkıştırmıştı. Bir de böbürlenerek dikiz aynasından atomu parçalamış gibi bakmasaydı! Adama sarılma hevesimi oracıkta söndürdü. Evrakları unuttum diyerekten ofise sıvıştım. Büyük heyecanla, herkesin ofisten çıktığına emin olduktan sonra gizlice masama bıraktım çiçekleri. Ne diye ofise göndermemişti ki sanki? Neyse, affedeyim keratayı, düşünmüş en azından. Amacıma ulaşmama ramak kaldı.

Eve döndüğümde günün cuma ve ertesinin de tatil olduğunu kavramam geç olmuştu. Koca bir hafta sonunun ardından ortada ne çiçek vardı, ne yaprağı. Çünkü, çiçeklerim iki günde kuruduğu için temizlikçi tarafından çöpe yollanmıştı. O günden sonra çiçekleri sadece dalında sevdim. Gösteriş içine girersen, gösteri malzemesi olursun böyle!
Ah! Kadınlık güdülerim yaktın beni!
Başak ULUSOY
Başak ULUSOY