7/07/2014

Çayın Büyüsü


19. yüzyılda ilk buluşmamızı gerçekleştirdiğimiz, anavatanı Çin olan çay, Türkler için derin anlamlar barındırıyor. Dünyaca ünlü Avustralyalı şair Peter Altenberg tarafından ‘ruh banyosu’ olarak tanımlanan çay, günümüzde sudan sonra en çok tercih edilen içecektir.

Çay, demokratiktir. Kapitalizmin gölgesine düşmeyen, iş görüşmelerinde, toplantılarda, dost sohbetlerinde günün her saatinde karşımıza çıkan, her kesimden insanın sofrasında samimiyetle demlenen, günün ilk ışıklarıyla başlayıp son saatlere kadar sevgiyle ikram edilen bir içecektir. Cem Karaca’nın Islak Islak şarkısındaki gibi, “Güneşte demlerim senin çayını. Yüreğimden süzer öyle veririm.”

Çay ne siyah ne de yeşildir. Çay, kırmızıdır. Zafer kanının Türk bayrağını dalgalandırdığı gibi coşkuludur. Bir bardak çay, çekirdek gibidir ve daima sonrakilerinı da beraberinde getirir. Yoğun iş saatlerinde ve kısa molalarda hayatımızı ısıtır. İçimizi ısıttığı gibi hararetimizi de keserek zıtlıkları en güzel şekilde sunar.


Çayın demlenmesiyle kahvaltının hazır oluşu, misafirliğe “çayı demle, geliyoruz.” söylemleriyle gidişlerimiz, çayımız bitmeden kalkamayışımız ve hatta deprem esnasında çayını da beraberinde götüren insanımızın, “Son yudumumu almadan ölmeyeyim.” sözlerindeki samimiyetiyle kültürümüzün büyülü bir parçasıdır, çay.

Türklerin ortak tutkusudur, cam bardak. Rengini görmek, sıcaklığını hissetmek ve kaşığın cama vuruşundaki melodiyi sohbetiyle harmanlamak ister, çay içen. Fakat ince belli bardağın verdiği zevk apayrıdır. Can Yücel’in de ifadesiyle, “Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel, namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.” 

Türkler Çayı Nasıl İçer?

Her yörenin kendilerine has çay içme tarzı vardır. Güneydoğu’da genellikle kaçak çay tüketilir. Rengi koyu, tadı daha acıdır. Bardaklar da diğer bölgelere nazaran biraz daha büyüktür. Gümüşhaneliler orta, Trabzonlular ise az şekerli çayı tercih eder. Tokat’ta bardak ufak da olsa mutlaka ‘dudak payı’ bırakılır. Boşluğun miktarının azlığı veya çokluğu çay sohbetlerinde esprilere mahal vermektedir. Örneğin; dudak payının fazla olması durumunda, “Arap dudağı mı var bende?” ifadeleriyle karşılaşabiliriz. Dudak payına, Sunay Akın gibi, “Çay bardağında bırakılan dudak payı kadar bile uzak kalamam gözlerine.” söylemleriyle duygusal yaklaşanlar da olmuştur. Rizelilere göre ise, en güzeli Çaykur’un üretimi, yani kendi çaylarıdır.

Erzurum ve çevre havarisinde, ikramı genellikle açık renkli ve kaşıksız olarak yapılan çay, ‘kıtlama’ olarak tabir edilen özel bir yöntemle tüketilir. Makaslarla, elle ya da ısırılarak koparılan şeker parçalarının dil altında bekletilmesiyle içilir. Bununla birlikte, misafir “yeter” demedikçe çay sürekli tazelenir. Teşekkür edip, istemediğinizi söyleseniz bile mutlaka ‘cırıldım’ yani ‘zor çayı’ adı altında bir bardak daha ikram edilir. Cırıldım çayını içmemek ise, ev sahibine karşı büyük hakaret olarak algılanır. Diğer bölgelerde ise, daha fazla çay istenmediğini göstermek için kelimelere ihtiyaç duymadan çay kaşığı son içilen bardağın üzerine konur.

Çay içme tarzı kişiden kişiye göre de değişiklik göstermektedir. Kimisi şekerin çayın tadını bozduğunu söylerken; kimisi de keyif çayının şeker ile tamamlandığını ifade eder.

Çay, Türk insanı için günün her saatinde, her yörede, ayrı ve özel anlamlar taşır. Çay; barışı, sadeliği, eşitliği ve basitliği simgeler. Nazım Hikmet’in de dediği gibi, “Basit yaşayacaksın basit, sanki bir gün yaşamın sona erecekmiş gibi basit, çay, simit ve peynirle.”




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder