Gelecek telaşına düşüyorum çoğu zaman. Bir yanım ise sürekli geçmişte kalma arzusu içinde. Saflığı yaşatma, iyiliği tüm suistimallere karşı koruma düşüncesiyle geçmişe sığınıyorum. 90’larda genç olma arzusu, aylardır düşüncelerimi kemiriyor. İnternetin bu denli yaygın olmadığı, insanların hızlı yaşayıp tüketmediği, yarınını kaygıyla düşünmediği, sevgiyi hissettiği bir zamanda gençliğimi yaşamak isterdim. Bugünün ışığında fotoğraflarımı retro filtresiyle ölümsüzleştirmeyi değil de o renklerin zamanında enerjimi yükseltmek isterdim. Gelecek hayallerimde “daha çok kitaba nasıl ulaşmalıyım?” almalıydı mesela... Bugünün enformasyon kirliliğinden arınıp, kelimelerin dehlizlerinde seyahat etmeliydim. 36 pozluk makinelerin sınırlılığı daha büyük keşiflere çıkarmalıydı beni. Her görüntüyü pozlamak yerine, belki saatlerce kadraja düşecek özel anı beklemeliydim ya da aynı kareye farklı açılardan bakarak en mükemmel perspektifte deklanşöre basmalıydım.
Önceden bu denli kaçmak ister miydi insanlar? Huzursuzluğun üzerine temel atılmış gökdelenler, kalbimizdeki depreme nasıl engel olabilir? Doğaya kaçmak için yollara dizilirken, keyfimizi düşünerek yok ettiğimiz doğanın bedelini kim ödeyebilir?
Tek duymak istediğim Ağustos böcekleri, biraz caz ve hafif bir rüzgar esintisi... Duymak istediğim cümleler, eskizlerden öteye geçemedi. Enkazda kalan beklentilerimin üzerine nice kahveler içtim: sade ve şekeriz. Kaliteli kahvenin tamamlayıcıya ihtiyacı olmadığına inandım; özüne ulaşan insanın "tek" var olabildiği gibi...
Üzülüyorum bazen. Tam hayıflanacakken bir bakıyorum o dertler, 4 odacıklı kalbimin duvarlarında çığlık çığlığa asılı kalmış. Kangren olan kelimelerim, dilime pelesenk olan “iyiyim” cümlelerine dönüşmüş. Akrep ve yelkovan beynime işlediğinde başkalarının dertlerini sırtlanmışım. Kendi söküğünü dikemeyen terzi rolünde sağlam iplerle çevreye yama yapmaya girişmişim. Her zaman da seve seve yapmışım. Çünkü sessiz çığlıkların söküp atılması gerektiğine, haykırışların ise tamir edilmeyi beklediğine inanmışım.
Geçmişteki keşkelerim, içimdeki çocuğun boynunda halkalar oluşturmaya başladığında bıraktım “Keşke”li cümleler kurmayı. Daha en güzel oyuncağını seçmemiş, bir kez daha ayakları göklere değmemiş o çocuğun zincirlerini teker teker kırmaya başladım. Çünkü biliyorum, o çocuğun gözlerinin içi gülerse, kağıttan kayıklar hayallerin ötesine ulaşacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder