5/23/2014
Sosyal Medyada Güvenlik
İnternetin gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla sanal dünya içinde sanal kimlikler yarattık. Akıllı telefonlar, tabletler ve bilgisayarlar aracılığıyla günün büyük bölümü çevrimiçi olduğumuz yeni dünyada; sanal kimliklerimiz, gerçek kimliklerimiz kadar değerli.
Eskiden insanları tanımak, sosyal ortamlarda saatlerce sohbet etmeyi gerektirirken; artık Facebook profilleriyle adı-soyadı, doğum tarihi, siyasi görüşü, inancı, beğenileri gibi pek çok bilgiye kısa sürede erişebiliyoruz. Twitter’da anahtar kelimeleri kullanmak, mobil cihazlarla özel bilgilerimizi paylaşmak, yer bildirimi yapmak Big Brother’ı harekete geçiren etkenler arasında. Bunun sonucunda, bilgilerimizin yabancı kişilerin eline geçmesi ve güvenliğimizin tehdit altına girmesi kaçınılmaz. Bizler de büyük bir endişeyle güvenliğimizi ve gizliliğimizi koruma önlemlerine girişiyoruz. Deyim yerindeyse, kendi yırtığımızı yamıyoruz.
Nasıl Önlem Alabiliriz?
1. Nasıl ki eviniz ve arabanız için farklı anahtarlara sahipseniz, her hesap için farklı şifre şart! Aynı zamanda, şifreleri belli zaman aralıklarında değiştirmek de çok önemli.
2. Gizlilik ayarları sürekli kontrol edilmeli. Özellikle, Facebook güvenlik ayarlarını sürekli güncellediğinden ayarlar da değişebilmekte. Facebook zaman tünelinizi ve profillerinizi Facebook içi ve dışı aramalara kapatın.
3. On düşün bir paylaş! Paylaşımları silmek, dijital ortamdan tamamen kaldırmıyor. Paylaşımları beğenen, yorum yapan ve aktaran kişiler, silinse de siber dünyada devamlılığı sağlıyor.
4. Arkadaşlık ilişkilerini sanal düşünme! Gerçek yaşamınızda tanımadıklarınızla kolay iletişime geçmediğiniz gibi sosyal platformlardaki hızlı arkadaşlıklardan da kaçınmalısınız.
5. Yer bildirimi yapmak, kötü niyetli kişilere güvenliğinizi tehdit edecek bilgiler vermeniz demektir. Sık sık yer bildirimi yapmayarak tehditlerin önüne geçebilirsiniz.
6. Güvenli bir internet için VPN kullanın. ( IP adresinizi saklayarak internette takip edilmenizi engelleyen bir sistem.)
Güvenlik için Neler Yapılıyor?
Siber Suçlar Sözleşmesi, Türkiye Cumhuriyeti tarafından 10.11.2010 tarihinde çekinceler belirtilerek imzalanmış; fakat TBMM tarafından onay verilmemişti. Onay kanunu ise 02.05.2014 tarihinde meclisten geçmiş ve yürürlüğe konmuştur. ( Bilgisayar ve internet suçlarını gözeten ilk uluslararası sözleşmedir.) Sözleşme, telif haklarının ihlalleri, bilgisayarlarla ilgili sahtekarlık eylemleri, çocuk pornografisi, ağ güvenliğine ilişkin suçları tanımlıyor ve mücadele etmede işbirliğini öngörüyor.
Bir diğeri, dijital şirketler de daha güvenli ve emniyetli yerler oluşturma çatısı altında çeşitli ödüller sunmakta. Örneğin; Yandex, Google, Facebook gibi internet siteleri, kullanıcılara güvenlik açıklarıyla karşılaştıklarında bildirmelerini ve akabinde ödüle tabii tutulacaklarını açıklamıştır. Bununla birlikte, isimlerinin de şeref listelerine dahil olacaklarını belirtmişlerdir. Örneğin; Ankara’da yaşayan on dokuz yaşındaki Gökay Gündoğan Facebook’un on güvenlik açığını bularak on iki bin dolar ödül aldı. Twitter yöneticilerini de kendine hayran bırakarak teşekkür listesine ismini yazdırdı. Bahsi geçen on güvenlik açığını görseniz: “Bunları biz de biliyorduk da belirtmedik.”, “Bunları Facebook’un özellikleri sanıyorduk.” derdiniz. Evet, hepimizin görüp de dikkate almadığı şeyler on iki bin dolar değerinde!
Sizler de güvenlik önlemlerinizi kontrol edip gözlerinizi açık tutun. Belki bir gün sizler de on iki binleri görebilirsiniz.
Başak ULUSOY
Etiketler:
bigbrother,
facebook,
google,
güvenlik,
internet,
sibersuçlar,
sosyalmedya,
vpn,
yandex
5/06/2014
İhtiyaçlar Hiyerarşisi Değişiyor Mu?
Maslow
bugün yaşasaydı hiyerarşiyi böyle çizerdi.
İnsanların
istekleri, alışkanlıkları, konuşmaları, ilgileri ve hatta uyanma şekilleri bile
gün geçtikçe değişiyor. Hangimiz uyanır uyanmaz kahvaltı hazırlamaya
girişiyoruz? Çoğu insan, uykusunu açmak için kahve… Hayır, insanlar artık sosyal medyayı kullanıyor! Akşam onda
girilen yatakta bire doğru anca gözümüzü kapatıyoruz. “Daha fazla Facebook, daha fazla Twitter” diyerek sosyal medyanın
kökünü kuruttuk. Uyanır uyanmaz kendimizi bulduğumuz tek yer; sosyal mecralar.
Elimizde olsa çapaklarımızı da applicationlarla yok edeceğiz.
Facebook
hesabınızın hacklendiğini düşünün. Dünya başınıza yıkılır, değil mi?
Güvenliğinizin tehdit altına alındığını düşünür, korku dolu saatler
geçirirsiniz; fakat esas tutsağın zihniniz olduğunu bir türlü fark etmezsiniz.
Reel yaşamda bedeni ele geçirilen kişi; “Bırakın,
ölmek istemiyorum.” diye haykırırken; hesabı hacklenen kişi: “Sanal benliğimi öldürmeyin, hayattan
kopmak istemiyorum.” der. Her ikisi de neredeyse eşit birer cinayet olarak
algılanır!
Arkadaşlarımızla buluşma ayarladık. Kafeye
gittik.
-
”Wifi
var mı?”
-
“Var
efendim, az pişmiş mi istersiniz, çok pişmiş mi?”
Önce
menü sorulur! E tabi, hayata bağlanmak lazım önce. İkinci aşama, 'check in' mevzusu. Eğer bulunduğumuz
yeri belirtmezsek hayaletlerimiz dolaşır orada. Check in tamamlandıysa, bedenin
de ruhunla bütünleşmiş olur. Arkadaşlar sohbete girer:
“Geçen bir tweet okudum, çok
iyiydi.”
“Ayşe Facebook’tan bir fotoğraf
paylaşmış gördünüz mü?”
Eee
hayat nasıl?
“Çok
dijital.” E tabi, biz de sanal benlikleri eleştirmek için buluşuyoruz ne de
olsa. Mobil ekranlara hipnotize oluyoruz. Ne çevremizdeki yüzleri görebiliyor
ne de ayırt edebiliyoruz. Hafızamızda yer eden şeyler; okuduğumuz tweetler,
Facebook paylaşımları, kimin nerede olduğu vs. Sonuç: “Hadi kafeye gidip telefonlarımızla oynayalım!”
Ailemizle
ne kadar zaman geçiriyoruz? Günde iki saat? Bir saat? Yarım saat? Geçen gün,
elektrikler kesildi, sohbetimiz açıldı. Ailemle iki saat sohbet edebildik.
Meğer babamın beyazları artmış, annem beş kilo vermiş ve koltuklar değişmiş!
Twitter’da
bini aşan takipçin mi var? Reel hayatta olmadığın kadar değerli ve sıra
dışısın. Çünkü orada paylaşımlarının beğeni sayısına ve takipçi sayına göre
değer görüyorsun. Bu yalan dünya tatlı geliyor, kopmak istemiyorsun.
Kendini
hangi hayatta gerçekleştiriyorsun? Sanal mı reel mi? İnsanlar, nerede takdir
edilirse orada tatmin olur, başarıyı hisseder. Dijital dünya kollarını açtı,
seni teselli etmeyi bekliyor. Wifi, ihtiyaçlar hiyerarşisine sızan bir hipnoz makinesi!
Öyleyse hep bir ağızdan: "Vayfayla bağlan hayata, hayata bağlan vayfayla.”
Öyleyse hep bir ağızdan: "Vayfayla bağlan hayata, hayata bağlan vayfayla.”
Başak ULUSOY
05.05.2014
Eskişehir YeniGün Gazetesi.
Etiketler:
dijital,
facebook,
hipnoz,
hiyerarşi,
ihtiyaçlar,
maslow,
sanal,
sosyalmedya,
twitter,
wifi
5/02/2014
Platonik Mavi
Deniz aşkı bambaşka.
Öfkeni bırak gökyüzüne, dalgalar kucaklasın, kayalar sırtlansın. Hayattan,
insanlardan, hatta kendinden de mi uzaklaşmak istiyorsun? Huzurun bedenini
sarışını denizin kollarındayken hisset. Denizin tuzu merhem olsun tüm
yaralarına. Bu aşka, İstanbul aşkı da eşlik ediyorsa engeller çözülüverir.
İstanbul’da yaşayanlar bilir eşsiz havasını, caddelerini, karşı konulamaz
güzelliğini. İlaçtır İstanbul, neşeye neşe, hüzne umut katar. Ayrıldığın vakit,
her yer yabancı, üvey, soğuk… Birkaç güne hasret çanları çalmaya başlar.
Dilinden ‘İstanbul’lu cümleler dökülür. Denizi, boğazı, yeşili, taşı, toprağı
her yeri hasret, aşk kokan şehir. Bu yüzdendir nice şarkıların dile ve şiirlerin kaleme gelişi. Doyulamayan şehir, İstanbul. İnsanlar, hep daha fazlasını arama arzusuyla cesaret hapı içmişcesine arşınlar sokakları. Tok tutar İstanbul. Havasını solumak; alkol
bağımlılarının her gece alkole susaması, evlat kokusu ve çikolatalı sufleye
karşı koyamamak gibi. O yüzdendir ki, Türkiye, 2012 yılında İstanbul havasının Topkapı Sarayı Müzesi’nde satılmaya başlanmasıyla hayrete düştü. Halk arasında “Neyi satacaklarını şaşırdılar yahu!” , “İnsanları dolandırıyorlar.” benzeri
söylentiler yayıldı. Açıkçası bir İstanbullu olarak havayı canlı solumak varken
konserve kutusunu koklamayı elbette ki tercih etmedim. Ta ki, Eskişehir’e
yerleşene kadar. Hasretine o kadar dayanamadım ki, müzeye gidip bir tane kapıverdim.
Sonradan edindiğim bilgiye göre, internette iki üç katı fiyatlara satılıyormuş.
Ne havaymış arkadaş ! Dostlar meraklandı, birkaç tane de onlara aldım. Yıllardır
İstanbul’un hayalini kuran, içi kıpır kıpır benim gibi gençler...“İstanbul’un havasını da almadık demezsiniz”
deyiverdim. Pek hoşlarına gitti.

Eskişehir’e ayak bastığım ilk zamanlar hayıflanarak denizi arıyordum. Kampüsün içinde gezindiğim sokaklar, denize çıkıyordu adeta. Cadde ucundaki mavilik içimi coşkuyla sarar da kendimi denizin varlığına inandırırdım. Hayalime ket vurmamak için de o caddenin sonunu hiç yürümedim.
Maviye zaafım vardı. Bir süre Kent Park’tan ve Sazova’dan alamadım kendimi.. Sağ olsun Yılmaz Hoca yapay deniz yapmış. “Deniz görmesek iyi yedirecekler şu küçücük havuzu.” diye söylenir dururdum. Bu, bildiğin havuz, deniz dediğin, ucu bucağı görülmez. Baktığında sonunu kestiremezsin. Eskişehir, Venedik havasıyla kalmalıydı. Venedik’te hiç bulunmadığım için Eskişehir benim için bir Venedik'ti adeta. Tabi, fotoğraflardan gördüğümüz üzere evler yarıya kadar suyun içinde değil; ama uzanabileceğin çimenlik alana sahip. Bir de, gondollarla yapabileceğin romantik bir gezinti. Romantik gezintiden kastım, beş altı arkadaşını toplayıp gondollara doluşmak değil elbette.

Bir de Sazova var. Beni çocukluğuma, Tatilya'ya götüren hayallerimin diyarı. Ne güzeldin Tatilya. 2007’de Kuzey Irak’a taşınmasıyla eğlence dünyam enkaz altında kaldı. İçerisinde bin bir türlü eğlenceli aletleri barındıran kendimden geçtiğim tek yerdi. O da gidince kendimizi bilgisayarların başından alamadık. Yıl 2014, değişen şey; internet mobilleşti, cep telefonları elimize esir düştü. Gün içerisinde kendi şarjımızı düşünmediğimiz kadar onlarınkini düşünüyoruz. Hele ki, cep telefonunun şarjı bittiği an, eş zamanlı bizim de şarjımız bitiyor. Suratlar düşük, priz bulma telaşı… Şarj prize takıldığında ise suratlarımızdaki o rahatlamış ifade, görülmeye değer doğrusu. Şu an Tatilya gelse akıllı telefonumu fırlatıp hayal dünyama geri dönmeye hazırım. İçimdeki çocuğu hiç öldürmedim. Eskilere sahip çıktım, hasretle andım. Çocukluğum, hayatın zorluklarına karşı gülümseyişlerimin en değerli parçası. Bir yanım deniz, bir yanım çocuk. Hayattan keyif almayı ve aynı zamanda virajlarda temkini bırakmamayı da unutmamalı insan.

Son sözüm, eğer sizin de içinizde İstanbul aşkı varsa konserve yerine gidin yaşayın! Boğaz’a karşı oturup sıcacık çayınızı yudumlarken ciğerlerinize mis gibi havayı çekin. Dikkat edin, havası sizi 'platonik mavi' ye hapsetmesin. Yoksa “Her yer hasret, yabancı, soğuk…”
Etiketler:
aşk,
ceptelefonları,
deniz,
hasret,
hava,
İstanbul,
istanbulunhavası,
porsuk,
sazova,
tatilya,
venedik
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)