5/02/2018

Gökyüzünden Nefes Çal

Kelimeler boğazımda esir kalmış. Kalp atışlarım midemde dans ediyor. Bir ikileme düşmüş bedenim, arafta gibi. Bir yanım bahara hasret, bir yanım sonbahar yaprakları... İçimde yaprakların binbir renk dönüşümü... Kök salmış bedenim güneşten beslenirken, bir yanım hep yaprak dökümü. Neden ve nasıl penceresinden su içen güvercin misali aklım. Nereye uçacağını ve nerede soluklanacağını bilmiyor.


Hayat ve alışkanlıklar ne çabuk değişiyor. Etobur olan martıyı bile simite alıştıran biz insanlar değil miyiz? Olanı özünden uzaklaştırmaya bu denli hevesli bir tür var mı başka doğada? Ağaç bile yapraklarını güneşten korumak için kırmızıya boyarken, nedir bu amaçsızca renkten renge girme telaşımız? Ne zaman uzaklaştık benliğimizden? Sahi sen kimsin, biz kimiz? Tüketmekten keyif aldığımız şeylerin aynı hazda hasretini çekmemiz neden? Bir kitap dolusu kelimenin altını çizmek midir sevgi, yoksa sayfanın kenarını kıvırmaya bile kıyamamak mı? Dile getiremediğimiz nice güzellik, bir yutkunmayla kayboluyor içimizde. En güzel içimizden seviyoruz, içimizden özlüyoruz ve hatta içimizden sövüyoruz yeri gelince. İçimizden dedik diye içimizi de sorgulamıyoruz, kayboluyoruz anlık zevklerimizde.



Dilimize pelesenk ettiğimiz nice sayı sizde hangi manaları çağrıştırıyor? Mesela sayısı bir döngüyü, sonsuzluğu simgeliyor. Peki ya 9? Belki de tamamlanmamış ya da eksilmeye başlayan 8 döngüsünün beşeri yansıması. 10 ise yalnızlıktan sıyrılmış, eksilen parçasını başkasının varlığıyla tamamlayanları simgeliyor. Var olanı simgeleyen 1 ile yokluğu simgeleyen 0'ın muhteşem uyumudur, 10 sayısı. Teslim olur ve uzun soluklu bir birlikteliğe yelken açarsın. Bu, toplumda kabul gören insan birleşimidir. Çocuklar bile 10 dediğinde sevinir, alkış tutar. Toplumun bize alkış tutması da 10'a tamamlanma ile gerçekleşir.




Soluklanmaya da vaktimiz yok. Caddeler, bir fabrikanın seri üretimi gibi homojen. Hiç olmadığı kadar hızlı gidiyoruz bir noktadan bir diğer noktaya. Binalar bizden daha hevesli bulutlara değmek için. Her şeye zamanımız varken hayat koşturmacasında vakit bulamıyoruz sevdiklerimize varmaya. Hep bir trafik var zihnimizde ve ardımızda. Erkene almak lazım bu kavuşmaları... Binalar yerine ruhlarımız değmeli bulutlara. İnsan, insan olduğunu hatırlamalı. Yemekten, içmekten, uyumaktan ve anlamsızca çalışmaktan başka vazifelerimiz olmalı. “Sorumluluk” başlığı altında ne çok şeye zimmetledik zihnimizi ve bedenimizi. Bizi yoran şeylere odaklanarak unutuyoruz yaşamayı. İlla sorumluluk alacaksak eğer  “An’da kalmayı” sorumluluk almalıyız. Maviyi, yeşili ve gökyüzünü.  Burak Aksak, "Büyüdükçe gökyüzüne bakmayı da bırakıyor insan." diyor. Bedenimize inat ruhumuzu akışına, gençliğe bırakmalıyız. Her sabah yeniden doğmuşçasına sonsuz maviliğin altında, şiir gibi bir dünya düşlemeliyiz. Her yeni güne içimizi açmalıyız, iç açmak için...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder