4/30/2016

Mutluluk Bir Maske Midir?


      Toplumda yanlış gelişen ve değişen şeylerdendir ‘gülmek’ ve ‘ağlamak’. Ne zaman gülsek ağzımızı kapatırız ya da “Çok güldüm, çok ağlayacağım.” gibi cümleler sarf ederiz. Fazla mutluluğun bize zarar getireceğini düşünür, kaygılanırız. Mutluluk kavramını hayatımızla bütünleştiremeyiz. Uzun süreli mutlu ve huzurlu hal, bizi rahatsız eder. Mutsuzlukla besleniyoruz. Bu yüzdendir ki çoğumuza rahat batar. Hayatımızı sarsacak bir şeyler olması gerekir. Mutluluktan beslenip de yaratıcı çalışmalar ortaya çıkarmış şairler ve yazarlar saymak da bir o kadar zordur. Bir şair sürgün edildiğinde, yazarlar sevgilisi/eşi tarafından terk edildiğinde en güzel eserlerini verirler. Gülümsemek kaygı yaratır, ağlamak rahatlatır. Aslında rahatlatan şeyin mutluluk olması gerekmiyor mu? Okuduğumuz kitap, izlediğimiz film ne kadar üzüyorsa o kadar değerli oluyor bizim için. Televizyon programlarında yaşanan tartışmalar, kavgalar, ağlayan insanlar daha çok reyting alıyor.

      “Mutlu bir anını anlat?” diye sorulduğunda önce uzun bir düşünüyoruz. Çünkü bizi üzen hatıralar hafızalarımızda daha çok yer eder. Geçmiş, en çok acıları saklar. En büyük travmalar mutsuzluklar sonucu oluşur. Sıkıntılar, acılar, zorluklar insanı pişiren, olgunlaştıran, yetiştiren, tecrübeler kazandıran özelliğe sahiptir. Bu yüzdendir ki, zirveye acı çekerek çıkılır. Sonrası kimine göre intihar, kimine göre acıyı kanıksama sonucu mutluluk umududur. Youtube’da “Dünyayı ağlatan” başlıklı birçok videoya rastlıyoruz. İnsanlar ağlamayı, üzülmeyi, dert yanmayı seviyor ve bunu pekiştirmek için üstüne gidiyor.

      Günümüzün sosyo-ekonomik şartlarında mutlu olmak iyice zorlaşmışken bir de insanların doya doya gülmelerine engel olunuyor. Gülümseyen kadın da olsa erkek de olsa kötü sıfatlara maruz kalıyor. Sesli gülmenin ne denli tepki yarattığından bahsetmiyorum bile. Öğrenim gördüğüm sınıf ortamında gülmek de daima göze çarpan bir durumdur. “Neye gülüyorsunuz anlatın biz de gülelim.” cümlesinden hem gülümsemeye karşı bir sitem hem de açlık okuyorum ben. Ders esnasında sessizce ağlayabilirsin; bu insanların dikkatini çekmez. Mutluluğunu sesli değil, gülümseyerek gösterdiğin an bile “neden?” ile başlayan soruların ardı arkası kesilmez. 




      Evren, zıtlıklar diyarı ve her şey zıddıyla var olur. Gece-gündüz, iyi-kötü, aydınlık-karanlık gibi. Çok gülmenin ardından gelen ağlama da çocukluğumuzdan beri süregelen Türk toplumuna özgü bir inanıştır. Kişi, üzüldüğünde suçluluk duygusunu bastırmış olur. Yani egosunu acı çekerek tatmin eder ve suçluluk hissi ortadan kalkar. Kötü bir şey olduğunda daima hayra yorulurken iyi şeylerin getireceği sonuçlarla korkutularak büyütüldük. Bu yüzden, başkalarının acılara ortak olduk. Sevinçlere ortak olmaya alışkın değiliz. Başkalarının mutluluğuna gıpta eder ve kimi zaman da eleştiririz. İnsanların daha evlenmeden boşanmalarını konuşanlar, ortaya bahis atanlar var. Mutsuzluk, virüs gibi yayılıyor.

      Dünyaya “merhaba” deme şeklimizi de ağlayarak gösteririz. Konuşmayı öğrenmeden isteklerimize yönelik kullandığımız dildir, ağlamak. Karnımız acıktığında, uykumuz geldiğinde olduğu gibi. Bebeğin ağlaması sırandandır, fakat gülümseyişi olağandışıdır. Çok sonradan gülümseriz ve o an’lar o kadar değerlidir ki, fotoğraflanır ve herkesin görmesi için paylaşılır. Daha çok güldüğümüzde seviliriz. Belki de sevilmenin formülünü keşfettiğimizden maskemizi o zamanlardan hazırladık. Mutluluk, sonradan öğrendiğimiz bir maske belki de. Çoğu zaman takmaya korktuğumuz bir maske. Öyle ki, mutlu olduğumuzda bile ağlarız. Bu da ‘mutluluktan ağlamak’ olarak betimlenir. Gözyaşı kurumaz, durmadan ağlayabiliriz; fakat durmadan gülemeyiz. Çok güldüğümüzde gözyaşlarımız alarm verir. 



      Güzel şeyleri hayatımıza almaktan o kadar çok çekiniyoruz ki, bunlar hayatımızın bir köşesinden girdiğinde mutsuzluğu da beraberinde getirecekmiş gibi geliyor. Alışkın değiliz biz dilediğimiz gibi yaşamaya. Konu komşu görecek diye eşimize, sevgilimize sarılmaya güzel söz söylemeye… Sevenler birbirlerine başkalarının yanında söylemezler sevdiklerini ayıp(!) olur diye, ama kırabilirler birbirlerini çekinmeden. Her zaman, gözleri deniz mavisi ama hafif şehla olan birine, “gözlerin şehla” demeyi seçeriz çünkü “rengi çok güzel” demek zor gelir bize. Güzellikleri pek sevmez ve korumayız, eşsiz güzelliklere sahip olmamıza rağmen.

      Yaşamdan keyif almasını bilmeyenler küçük dertleri büyütmüş, mutluluğun kendilerine haram olduğunu düşünmüş ve gülmekten korkar hale gelmiştir. Hâlbuki mutsuzluğu mutlu olma yolundaki aşılabilecek bir engel olarak görebilmek mümkün. Mutsuz ve sitemkâr olmaya o kadar alışmışız ki; mutlu olmayı yadırgar hale gelmişiz. Mutluluk, korku barındırmaz, geçmişe odaklanmaz, ölümü düşünmez. Zamanı ve ölümü unuttuğunuz an gerçek mutluluğu yakaladığımız an’dır.



Başak ULUSOY